Muhteşem Yüzyıl ve Pargalı İbrahim Paşa’nın Ölümü

Pargalı İbrahim Paşa’nın ölümü gündem yarattı. Muhteşem Yüzyıl’da bu hafta Okan Yalabık’ın canlandırdığı karakterin yani Pargalı İbrahim Paşa’nın ölüm sahnesi merakla beklendi. Sonuçta Pargalı birkaç cellat tarafından boğularak öldürüldü. O sahneleri izlerken aklıma Mor ve Ötesi grubunun solisti Harun Tekin’in birkaç hafta önce attığı bir tweet geldi. Ne alaka demeyin hemen, anlatacağım.

Henüz Muhteşem Yüzyıl ile ilgili tartışmalar yeni durulmuş, Hürrem Sultan başörtüsünü daha sıkı bağlamaya, namaz kılmaya başlamışken yayınlanan Pargalı’nın ölüm sahnesi düşürdü aklıma o tweeti. Benim de RT’lediğim tweet aynen şöyleydi:

Harun Tekin ‏@harun_tekin

layık mıyız hakikaten, TV’de bir eli silah diğer eli içki tutan adamın silahını net içkisini flu görmeye?

Sansürün savunulacak bir yanı olduğunu düşünmüyorum, destekçisi hiç değilim. Ancak insanın aklına ister istemez düşüyor, İbrahim Paşa’nın öldürülüşü, bir cinayet sahnesi açık açık izlenirken iki insanın öpüşme, sevişme sahnelerinin sansürlendiği dizi aynı iş, Muhteşem Yüzyıl değil mi? Ölüm sevişmekten saha mı az korkunç, gerçekten izleyici bu muameleye layık mı?

Dizilerde Son Trend: Kamera, Kamera Arkasında

Son sezonlarda yayınlanan dizilere baktığımızda bu kamera arkası meselesinin çokça dizilerde kullanıldığını görüyoruz. İzleyicinin ekranda yayınlananın dizi olduğunun ayırdına vardığı ve profesyonelce eleştirilerde bulunduğu günümüzde, yapımcılar da kamerayı kamera arkasına çevirdi. Örnek ver derseniz, Haluk Bilgiler’in bir tiyatro oyuncusunu canlandırdığı Hayatımın Rolü, TV sektörünü anlatan İşler Güçler, sinemanın arka odalarında geçen Kötü Yol, Cihangir’de yaşayan bir grup oyuncunun macerasını ekrana taşıyan Yalan Dünya, yönetmen ve oyuncu karakterleriyle Krem dizisi, iki haber spikerinin özel yaşamlarını konu alan Mükemmel Çift ve Mustafa Sandal’ın bir menajeri canlandırarak oyuncusuyla yaşadığı komik olayları konu alan Başrolde Aşk dizileri işte o kamera arkasına çevrilen kameraların örnekleri.

Twitter’da bugünlerde çok popüler olan @setgeyikleri hesabı da bize bu denklemi doğruluyor. Setlerde yaşanan olayların, ayrıntıların paylaşıldığı hesap binlerce insan tarafından takip ediliyor. Takipçilerin bir kısmı sektörden olsa da yalnızca izleyici olan da çok insan var o binler arasında. Hesabın kısa sürede bu kadar takipçi toplaması da gösteriyor ki günümüz TV çağı artık oyunu değil, oyunun perde arkasını izlemeye teşne…

Merak edilen şey artık yalnızca gösterilen değil, öyle ki dizilerin kamera arkasının anlatıldığı belgesel bölümler de artık izleyici toplayabiliyor (Leyla ile Mecnun belgeseli ilk örneklerden) ve izleyiciler setlere gidebilmek için sosyal ağlarda yarışıyor (daha bu hafta bir kişi Kanal D’den İntikam dizisi setine ziyaret kazandı). Özetle seyirci artık yalnızca seyirci kalmıyor, interaktivite çağında etkileşim TV dünyasında dengeleri işte böyle değiştiriyor.

Muhteşem Yüzyıl tabuyu yıktı, komedi dizilerine gün doğdu

Muhteşem Yüzyıl’ın açtığı Osmanlı kapısından içeri bu hafta 3 dizi girdi. İşler Güçler’in “has oda kapısı açan” Sadi’si bir yandan, Yalan Dünya’nın Osmanlı’ya dayanan kan davası parodisi diğer yandan, Gani Müjde’nin Tükenmez Kalemi’nden damlayan Harem öteki yandan Osmanlı’nın komedisini izledik bu haftanın dizilerinde.

Sinemada daha önce Osmanlı Cumhuriyeti ile komedisini gördüğümüz Osmanlı miti Muhteşem Yüzyıl’ın televizyon tarihine geçen popüler anlatım adımıyla ekrandaki diğer işlere de cesaret verdi. Komedi dizilerinin başarısı her ne kadar onların hakkı da olsa bu başarılı imzaların mürekkebi Muhteşem Yüzyıl’a aittir, başarının en büyük mimarı tarihi popülerleştiren dramadır. Moda yaratan diziler nasıl geçmişimizde efsane işler olarak köşe taşı olmuşsa, Muhteşem Yüzyıl da o işlerden biri olduğunu böylece bir kez daha gösteriyor.

ABD’nin Muhteşem Yüzyıl’ı The Kennedys

Biliyorsunuz sıklıkla yabancı diziler hakkında da bilgilerimi, tavsiyelerimi ve eleştirilerimi köşemde sizlerle paylaşmaya çalışıyorum. 2011 yapımı, epey olaylı bir diziden bahsedeceğim bu kez, The Kennedys.
Geçtiğimiz günlerde fırsat bulup 1 hafta içinde 8 bölümünü zamana yayarak izledim ve sindire sindire yorumlarımı hazırladım. Öncelikle başlıktaki benzetmemi açıklayayım isterseniz. İki dizinin benzerliği aldığı tepkilerde. Geçtiğimiz yıl Muhteşem Yüzyıl üzerine yapılan tartışmalar ana haber bültenlerine bile konu olmuştu, diziyi protesto edenlerin açtıkları siteler, kanal binası önünde yapılan protestolar günlerce konuşulmuştu. O zamanlar benzer bir durumun ABD’de de The Kennedys hakkında yapıldığını birkaç satırla duyurmuştum sizlere. Gelin bu konuyu biraz açalım.
Dizi adından da belli olacağı gibi Kennedy ailesini anlatıyor. Ailenin yaşadığı trajik hikayeyi tarihsel bir anlatımla izleyiciyle buluşturuyor. Yalnızca Başkan Kennedy değil, kardeşleri, anne ve babası da dizinin yapıtaşlarından. Dizi 45 dakikalık 8 bölümden oluşuyor ve başrolleri Greg Kinnear, Katie Holmes, Barry Pepper ve Tom Wilkonson paylaşıyor. Dizinin yönetmeni ise Jon Cassar. Eleştirilerin hedefi olan senaristin adını da geçirmekte fayda var, Stephen Kronish.
İlk bölüm 1960 yılında seçim günü başlıyor, ancak kronolojik sıralamayla değil sürekli ileri-geri zaman içinde hareket eden bir kurguyla öyküyü filmleştiriyor. Diziyi izleyenler zaten detayları görecektir ben biraz daha karşılaştırmalar üzerinden ilerlemek istiyorum.
Biliyorsunuz Kennedylerin hayatı gerçekten “film olur” denecek cinsten. Dizideki hikayi önümüze alırsak: Babanın siyasi hedefleri, kardeşler arasında yürüyen destek üzerine kurulu bir ilişki, kimi zaman çekişme, bir oğulun savaşta ölümü, ailenin hep ağabeyinin gerisinde kalan oğlunun savaştan yaralı ve madalyayla dönmesi, kardeşinin ölümünün ardından başkanlığa yürümesi… Jack Kennedy’nin babası gibi hareketli aşk hayatı,hayatlarına değen mafya izi, Frank Sinatra gibi tanıdık isimlerin varlığı, Domuzlar Körfezi olayı, Küba gerginliği, ilk afroamerikan öğrencinin üniversiteye kaydı ve tabi ki Marilyn Monroe skandalı…
Dizide Marilyn Monroe’yu yalnızca son bölümde gördüğümüzü, Jack Kennedy’le yanyana bile hiç görünmediğini, aşkın bitiş aşamasının yalnızca ele alındığını söylemem bile aşağıda sıralayacağım maddeleri sizin için daha da çarpıcı hale getirecektir.
Böyle bir ailenin hikayesi Türkiye’de dizi yapılsaydı ne olurdu?
-Hikaye çocukluktan başlatılır, dizi toplamda en az 2 sezon sürerdi.
-Özellikle skandalların üzerine gidilir Marilyn Monroe belki de First Lady kadar dizide yer alırdı. İntiharı, ihtirasları, aşkı, kariyeri genişletilerek bölümlere yayılırdı.
-Babanın felci Yaprak Dökümü misali en az 2 bölüm izleyenleri ve karakterleri ağlatırdı
-Mafya kesin Frank Sinatra’nın “topuğuna sıkar”dı.
-Jack Kennedy’nin ölümünün ardından Bobby’nin başkanlık yarışı da ikinci sezonun son 10 bölümünü kapsar, Jackie’nin ikinci evliliği derinlemesine deşifre edilir, ilk eşine aşık kadının acısı yürek dağlardı.
Daha onlarca madde çıkarılabilir. Demek istediğim ise bu üç-beş maddeden bile anlaşılabilir seviyede. Uzatıyoruz diyorum, çok uzatıyoruz. 45 dakikalık 8 bölümde sıkmadan, bıktırmadan, flashbackler olmasına rağmen izleyiciyi yormadan anlatılabilecek bir hikayeyi Türkiye’de 50 bölümde çok rahat çekerdik diyorum.
Amerika’da böyle örnekler yok mu? Elbette var, Grey’s Anatomy 8 sezonda tüm ilişki kombinasyonlarını değerlendirdi. Artık dizinin her bölümü neredeyse 2 günü anlatır hale gelecek kadar yavaşladı. Ancak Mildred Pierce gibi bir 5 bölümlük mini dizide de Amerikan Cemile’sini (Evet Öyle bir geçer zaman ki’den bahsediyorum) izleyebildik ve o dizi ödüle doymadı hatırlarsınız. Sözün özü, evet diğer ülke dizilerinde de uzun uzadıya anlatılan hikayeler de oluyor ancak böyle ödül alabilecek, kısa süren alternatifler de bulunuyor. Bizim en kısa projelendirilmiş dediğimiz dizi Son, ki 25 bölüm… Üstelik ilk bölümün yarattığı beklenti o kadar yerle bir edildi ki hikaye bir türlü çözülemediği için izleyiciyi yorar hale geldi.
Neyse, bir ilginç noktaya daha değinelim, bu dizinin çekimleri 2010 yılında yapılmış ve çekimlerin ardından History Channel’a satılmıştı. Fakat senaryonun gerçeği yansıtmadığı, kaynak alınan kitabın verilerinin saptırıldığı gerekçesiyle yapılan eleştiriler sonucunda dizi kanalından ayrılmak zorunda kalmıştı. Daha doğrusu kanal, protestolar karşısında direncini kırarak diziyi yayınlamayacağını belirtmişti. Sonra bir başka kanal Reelz Channel diziyi almış fakat diziye reklam alamadığını açıklamıştı. 30 milyon dolar bütçeli dev bir yapımın reklam alamamasının ne demek olduğunu açıklamama gerek yok herhalde.
Dizide gerçeklerin yansıtılmadığı, Kennedy’nin hayatının çok yüzeysel anlatıldığı gibi eleştiriler var. Olabilir, benim odağım şu an bu olmadığı için yalnızca belirterek, çok fazla üstünde durmadan geçiyorum. Dizinin yapım açısından örnek alınacak pekçok özelliğini paylaşarak devam ediyorum. En önemli olan nokta HBO, BBC gibi kanalların senelerce dünyaya en bilinen örneklerini sunduğu minidiziler Türkiye’deki sektöre şimdilik çok uzak görünüyor. Süre kısaltmak bile olay olurken diziyi kısaltmak bir de reklam alamama ihtimaline ve tüm eleştirilere karşın milyon dolarlık bütçeler yaratmak ve yayıncı kanal bulmak imkansız gibi…
Televizyon dizileri için görüşüm belgesel olmadıkları gerçek olmak zorunluluğu bulundurmadıklarına yönelik. Yani bu dizinin Kennedy ailesini %100 doğru anlatması şart değil, televizyon dizileri eğlencelik işler, belgesel özelliği taşıyacak birçok kitap ve film zaten arşivlerde mevcut. Ancak siz seyirlik, keyifli, yönetmenlik ve kurgu anlamında titiz çalışılmış, makyaj ve kostümlerine özen gösterilmiş, (Katie Holmes bile şaşırttı beni) iyi oyunculuklarla dolu bir dizi izlemek isterseniz The Kennedys doğru bir seçim olacaktır.
Kıssadan hisseleri de yukarıda maddelediğimize göre sizlere iyi seyirler diyerek noktayı koyuyorum.