Aramızda Kalsın’ın Arife’si : “İZLEYİCİ ARAMIZDA KALSIN’DA KENDİ KOMEDİSİNİ GÖRÜYOR”

Aramızda Kalsın ile çoğumuzun hayatına girdi… Arife bir anda evimizin, mahallemizin gamzeli, eşofmanlı kızı oluverdi. Uğur Yücel ve Binnur Kaya gibi usta oyuncuların yanında samimiyeti ve oyunculuğuyla dikkatleri üzerine çeken Aramızda Kalsın’ın Arife’si Gamze Karaduman, Cine Dergi okurları için Gizem Kaboğlu ile buluştu. Cihangir’de bir akşamüstü gerçekleşen söyleşiyle izleyicilerin daha yakından tanıyacağı genç oyuncu Gamze Karaduman ve samimi sohbeti ile sizleri baş başa bırakıyoruz.

Aramızda Kalsın’ın Arife’si kimdir sorusuna yanıt alacağınız o röportaj:

Gamze Karaduman Röportajı
Gamze Karaduman Röportajı

Okumaya devam et Aramızda Kalsın’ın Arife’si : “İZLEYİCİ ARAMIZDA KALSIN’DA KENDİ KOMEDİSİNİ GÖRÜYOR”

Mert Yavuzcan Cine Dergi’ye Konuştu: KÖTÜ ADAMI OYNAMAM TESADÜF DEĞİL

Star tv’nin yeni dizisinin intikamı için her şeyi göze alan cesur karakteri Taner’e hayat veren Mert Yavuzcan ile dizide Selen ve Sedef adlı birbirinden oldukça farklı iki karakteri canlandıran Zeynep Aydemir Cine Dergi’ye konuk oldu. Sorularımızı içtenlikle yanıtlayan ikili rollerine bakışları kadar oyunculuk ve hayata dair görüşlerini de Cine Dergi okurlarıyla paylaştı. İntikam hikayesiyle sarsılan hayatları konu alan dizinin sevilmesi için pek çok neden olduğunu belirten iki isim de neden diziyi izlememiz gerektiği konusunda hemfikirdi: “Bu hikaye çok sürükleyici…”

Aşkın Bedeli Adlı Dizi
Aşkın Bedeli Adlı Dizi

KÖTÜ ADAMI OYNAMAM TESADÜF DEĞİL

Daha önce sizi hiç izlememiş birine hakkınızda fikir sahibi olması için hangi rolünüzü izlemesini önerirdiniz?

-Rol benim ödünç aldığım bir ruhtur…Her seferinde yepyeni ve benden mümkün olduğu kadar uzak kendi içinde hesaplaşmaları olan rolleri tercih ederim. Bu yüzden sanırım bir önerim olamaz.

Bir oyuncunun “iyi” olması hangi kıstaslara bağlıdır?

-Tecrübe… Kişisel Gelişim… Hayat…

Bir oyuncu olarak Türkiye’deki senaryoları ve karakter çeşitliliğini nasıl buluyorsunuz? Sık sık kötü karakterlerle ekrana gelmek tesadüf mü, bilinçli bir tercih mi?

-Son zamanlarda yurt dışından alınan hikayeler var ve maalesef uyarlama anlamında prodüksiyon ve oyuncular ne kadar iyi olursa olsun seyirci olarak hele ki o dizileri biliyorsanız üzücü bir sonuçla karşılaşmak mümkün olabilir ama bunların yanında çok özgün bizden olan hikayeler ve kahramanlar yaratılmakta ki bu senaryo ve karakter çeşitliliği açısından önemli bir başarıdır… Son oynadığım sizin tabirinizle “Kötü” adamı en son iki buçuk yıl önce oynamıştım o zamandan bu yana çok çeşitli karakterler oldu hayatımda ama bunun bir tesadüf olmadığını söyleyebilirim.  Dediğim gibi tercih ettiğim rollerin bir derinliği, geçmişi, çelişkileri hatta nevrotikliği olmalı ki Taner’de bunları bulmak mümkün.

TANER’İN HAYATINI YAŞADIĞIMI DÜŞÜNMEK BİLE İSTEMEM

Dizide yaşadıklarınızı gerçek yaşamınızda yaşasaydınız ne yapardınız? 

-Düşünmek bile istemem.

Kendi yaşamınızın bir senaryo olduğunu düşünürseniz, şimdi o senaryonun neresindesiniz? Daha çok başındayım desem… Under construction 🙂 Her gün yepyeni bir sayfa, tertemiz bir kağıt gelir önüme ve onu evrenin ritmiyle boyar ve çizerim…

Peki bu senaryoyu izleyen biri olsanız, bir izleyici olarak “Mert” hakkında ne düşünürdünüz?

Derin bir nefes al ve uzuuun uzun ver…

İzleyici sizce neden Aşkın Bedeli’ni seyretmeli?

Tüm içtenliğiyle oynayan iyi oyuncularıyla, özgün hikayesi ve bir sonraki gün ne olacağını sabırsızlıkla bekleyecekleri entrika, intikam, aşk ve kaosu yani yaşamı birebir kendi hayatlarından parçalarla izleyecekleri doyumsuz bir dizi olduğu için diyebilirim…

Röportaj: Gizem Kaboğlu – Cine Dergi Ekim 2013

 

Aşkın Bedeli Dizisinin Yıldızı Zeynep Aydemir Cine Dergi’ye Konuştu

Star tv’nin yeni dizisinin intikamı için her şeyi göze alan cesur karakteri Taner’e hayat veren Mert Yavuzcan ile dizide Selen ve Sedef adlı birbirinden oldukça farklı iki karakteri canlandıran Zeynep Aydemir Cine Dergi’ye konuk oldu. Sorularımızı içtenlikle yanıtlayan ikili rollerine bakışları kadar oyunculuk ve hayata dair görüşlerini de Cine Dergi okurlarıyla paylaştı. İntikam hikayesiyle sarsılan hayatları konu alan dizinin sevilmesi için pek çok neden olduğunu belirten iki isim de neden diziyi izlememiz gerektiği konusunda hemfikirdi: “Bu hikaye çok sürükleyici…”

Zeynep Aydemir:

HER OYUNCUNUN HAYALİNİ GERÇEKLEŞTİRİYOR: BİR OYUNCU, BİR DİZİ, İKİ KARAKTER

Aşkın Bedeli Dizisi
Aşkın Bedeli Dizisi

Kötü bir karakterin sınırları, ne yapması gerektiği daha çok bellidir. İyiliğin ise ispatı çok daha zor olabilir. Bu bağlamda domestik bir kadını canlandırmanın şablonu belli, marjinal bir rol oynamaktan daha zor olduğunu söyleyebilir miyiz?

Çok güzel bir soru. Meseleyi çok iyi çözmüşsünüz. Selen karakterini canlandırırken Sedef kadar zorlanmadım gerçekten. Selen’in çizgisi belli. Yaşadıkları tepki ve tutumlarını keskin çizgilerle belli ediyor. Selen karakteri bir oyuncu için çok daha anlaşılır ve ortada bir karakter. Selen beni şaşırtmıyor, olması gerektiği gibi davranıyor. Ama Sedef karakterini canlandırırken çok ince bir çizgide oynamak gerekiyor. Sedef’in saflığı ve temizliği, inandırıcılığını kaybetmeden sahici durmak zorunda. Sedef bir masal prensesi gibi mutlu ama evimizin kızı gibi de ulaşılır olabilmeli. Mümkün olduğu kadar kendi enstrümanımdan inanarak ve yaşayarak oynamaya çalıştım.

Hayatınızda “Sedef ve Selen” ile tanışsaydınız izlenimleriniz, yorumlarınız ne olurdu?

Seleni anlar, ona acır, ondan korkar, çekimser kalmakla beraber yardım etmeye çalışırdım. Bana müsade ettiği müddetçe tabii. Sedef ile ise muhtemelen daha mesafeli ama kibar bir diyaloğum olurdu. Sedef’in bana ihtiyacı yok. Sedef’in kocası var, çocuğu var, ailesi var. Selen’in ise gerçekten bir dosta ihtiyacı var. Sanırım Selen benim daha çok ilgimi çekiyor.

Daha önce sizi hiç izlememiş birine hakkınızda fikir sahibi olması için hangi rolünüzü izlemesini önerirdiniz?

“Bir günah gibi”deki Leyla karakterini izlemesini önerirdim. Leyla da çok derin bir hikayesi olan, göründüğünden fazlasına sahip bir karakterdi. Leyla ne istediğini bilen güçlü, hırslı ama çok yazık edilmiş bir kadındı. Leyla’yı da oynamaktan büyük keyif almıştım.

Günlük dizi çekmenin, yoğun çekimlerin rolle aranızdaki bağı nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz?

Bazen karakterlerden çıkmak kendime gelmek çok zor oluyor. Özellikle haftanın sonlarına doğru yorgunlukla ve birikimle beraber karakteri fazla içselleştirmiş buluyorum kendimi. Sedefin çok mutsuz olduğu bir gün hiç bir sebebim yokken bende kendimi çok mutsuz hissettim ve ağlama sahnesinde susturamadılar beni. Ertesi gün Selen çok agresifdi, bende de gereksiz bir sinir vardı.

Size göre dizide 2 karakteri birden canlandırmanın avantaj ve dezavantajları neler?

Bir oyuncunun arayıp da bulamadığı bir deneyimdir bu. Kendinizle hesaplaşırsınız, mesleğinizle hesaplaşırsınız, karakterleri çok iyi deşifre etmek durumunda kalırsınız. Bütün bunları başardığınızda da müthiş bir manevi tatmine ulaşırsınız. Elimden geldiğince başarılı olmaya çalışıyorum.

AŞK İÇİN KENDİNDEN VAZGEÇEBİLİRSİN

Aşk için ödenebilecek en büyük bedel sizce nedir?

Aşk için ödeyebileceğin en büyük bedel olduğun kişi olmaktan vazgeçmektir.

İzleyici sizce neden Aşkın Bedeli’ni seyretmeli?

Çünkü başrolde ben varımmmm  şaka şaka 🙂 Bence çok sürükleyici bir hikayesi olan güzel bir dizi.

Bir kadın oyuncu olarak Türkiye sinemasında kadın karakterlere ve kadın hikayelerine bakışını merak ediyorum.

Türk sineması başlangıcından bu yana kadına ve kadın karakterlere bakışında büyük değişim yaşamış bir sinemadır. Başlangıcında beyaz perdede yasaklı olan Türk kadını önce taşrada bir figür olarak karşımıza çıktı ve sonrasında büyük kentte kendini keşfeden, özgürlüklerinin bilincinde olan, ekonomik gücünü ele alan güçlü bir yapıya büründü. Toplumda kadının kadın olma evrelerini Türk sineması fazlasıyla işlemiştir. Özellikle büyük usta Atıf Yılmaz’ın kadını ve kadın karakterlerini ön plana çıkardığı filimleri Türk sinemasında çığır açmış, o dönemin yükselen feminizm kavramını desteklemiş ve ön plana çıkarmıştır.

Röportaj: Gizem Kaboğlu – Cine Dergi Ekim 2013

Zeynep Çamcı, Altın Portakal’ın Meryem’i, Ekranların Ayşem’i Cine Dergi’ye konuştu

Meryem ile Anadolu kadınının kaderini gözleri ile anlatan, Beni Böyle Sev dizisi ile kendi halinde genç bir kadının aşkını izleyiciyle buluşturan Zeynep Çamcı, 50. Altın Portakal Film Festivali’nde Cine Dergi’nin sorularını cevaplandırdı. Türkan Şoray’ın başkanı olduğu Altın Portakal ulusal film jürisinin ödülleri kime vereceği tahminleri içinde “En İyi Kadın Oyuncu” dalında en iddialı isimlerden biri olduğunu belirttiğimde utanarak teşekkür eden ve röportajdan birkaç gün sonra ödülü kucaklayan Zeynep Çamcı oyunculuk kariyeri, hayata bakışı, Meryem filmi ve Beni Böyle Sev dizisi hakkındaki sorularımızı içtenlikle yanıtladı.

Zeynep Çamcı Röportaj
Zeynep Çamcı Röportaj

Meryem film gösterimi sonrası yorgunluğu gözlerinden okunurken mütevazı tavrıyla tebrikleri kabul eden Çamcı, kimi basın mensuplarının kendisini Meryem filminde Türkan Şoray’a benzettiğini söylediğimde gülümseyerek “O bir sultan” sözleriyle benzetmeme karşılık veriyor. Kıyaslanmaktan çekindiğini belirtirken, Türkan Şoray’a benzeme çabası ve böyle bir iddiası olmadığını vurgulayan genç oyuncu “Herkes farklıdır” diyerek gülümsemeyle ekliyor, “Benim böyle iddialarım yok, bu hiç bana göre bir soru değil aslında…” Yönetmen Atalay Taşdiken’in Meryem film söyleşisinde gözlerindeki hüznün onu etkilemesiyle Zeynep Çamcı’yı film ekibine dahil ettiğini belirttiğini hatırlattığımda bakışların kendisi için de çok önemli olduğunu anlatan Çamcı, hüznün kendi hayatında da yer kapladığını ancak oyunculukta komedi ve dram gibi ayrımlar yapmadan rolün gereğini yerine getirmeye çalıştığını söylüyor.

Meryem’in otizmli bir gençle kurduğu ilişki üzerinden çocukluğuna döndüğünü kendisinin de çocuksu yanlarının zaman zaman açığa çıktığını ifade eden Zeynep, teraslar gördüğünde veya bir su şişesini patlattığında çocukluğuna gittiğini söylemekten çekinmiyor. Hesap makinesini andıran telefon kılıfı, kareli gömleği ve toplu saçlarıyla Meryem’de canlandırdığı karakterden çok farklı bir imaj çizen, günlük hayatında ufak yaramazlıklarla hala çocuksu yanını canlı tutan genç oyuncu, kendini “hayaller insanı” olarak tanımlıyor.

Şanstan konu açıldığında “Asla şanssızım demem” diyen Zeynep Çamcı başarısının sırrının ise şanstan ziyade yılmamak olduğunu anlatıyor. 7-8 yıldır sektörde olduğunu ancak neredeyse 40 iş tarafından reddedilmesine rağmen bıkmadan çalıştığının altını çizen Çamcı, cast asistanlığından haber muhabirliğine kadar pek çok farklı görevde bulunduğunu anlatırken bile azmi gözlerinden okunuyor.

FİLMİN ŞARKISINDAKİ SES ONA AİT

Görüşmemizden birkaç gün sonra “En iyi müzik” ödülünü de alan Meryem için “Filmin arka jeneriğinde vokalde isminiz yazıyordu” dediğimde şaşkınlıkla “Gördünüz mü onu” sözleri dudaklarından dökülen ünlü oyuncu şarkıdan şöyle bahsediyor: “Kilisede çekimlerdeyken içeri çok güzel bir ışık yansıdı. İlahi bir ortam oldu o sahneyle birlikte… O an doğaçlama söyledim, kaydettiler. Sonra da aynısını stüdyoda kaydettik.” Müzikle arasının iyi olduğu her halinden belli olan genç kadının “Bir müzikal için açık kapı bırakabilir miyiz?” sorusuna “Hayır öyle bir iddiam yok diğerini kapamıyorum ki onu açayım. Her an her şey olabilir” yanıtı vermesi beni biraz şaşırtırken konuyu diziden açıyorum.

“BABAM DA BENİ BÖYLE SEV’DE OYNADI”

Beni Böyle Sev izleyicisinin dikkatine hayran olduğunu söyleyen dizinin Ayşem’i birkaç dakika önce yaşanan bir anı bizlerle paylaşıyor: “Babam ilk bölümünde oynamıştı, müşteri olmuştu. Bu köfteler niye üçgen diye soruyordu. Biraz önce burada (Antalya’da) bir teyze gelmiş babama Beni Böyle Sev dizisinde müşteri olmuştunuz değil mi demiş. Diziyi inanılmaz bir dikkatle izliyorlar, bu da bizi çok mutlu ediyor.”

Leyla ile Mecnun’un ardından Beni Böyle Sev’de de arabesk tınıların yoğunluğundan konu açtığımda arabeski kendisinin de sevdiğini belirten ödüllü oyuncu, içli olan her müziği sevdiğini dile getiriyor. Gözlerindeki hüznün de hikayelerle denk düştüğünü anımsatırken yakın zamanda kulağına fısıldanan bir öğütü de bizlerle paylaşıyor: “Geçtiğimiz günlerde biri bana senin gözlerinde çok garip bir hüzün var, bu hüzne sahip çık dedi.”

Şöyleşinin ardından naif hatırasıyla aklımda kalan ve oyunculuğuyla 50. Altın Portakal’da En İyi Kadın Oyuncu ödülünü alan Zeynep Çamcı’yı Cine Dergi adına tebrik ediyorum…

Bu yazı ilk olarak Cine Dergi Ekim 2013 sayısında yayımlanmıştır.

www.cinedergi.com

Toygar Işıklı Cine Dergi Röportajı

Dizilerin denklemini notalarla çözen müzisyen Toygar Işıklı ile dizileri ve müziği  konuştuğumuz bilgilendirici ve keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Dizi müziklerinde başarı kıstaslarından yola çıktığımız söyleşi içinde yeni projelerden detayları, Toygar Işıklı hakkında merak edilenleri, profesyonel bir müzisyenin müziğe bakışını bulacaksınız.

Toygar Işıklı Cine Dergi
Toygar Işıklı Cine Dergi

Dizi müziği iyi olarak değerlendirmek için nelere bakmak gerekir?
Türkiye ve yurt dışı arasında bariz farklar var. Akademik kariyerim ve müzisyen kimliğim üzerinden bakarsak ben dinleyen diğer müzisyenlerin de önemli bulması hedefiyle müzik yapıyorum. İzleyici üzerinden bakarsak müziğin görüntüyü desteklemesi ve izleyicinin ilgisini ayakta tutması bu konuda çok önemli bir kıstas. Doğru sahnede, doğru müzik kullanımı dizide müziğin başarısını getiriyor.

Dizide müziğin ağırlığı ne kadar olmalıdır?
Normalde müziğin sahneden daha güçlü olmaması gerekir ancak ben bazı dönemlerde, özellikle ilk 3-4 yılımda, bilinçli olarak bazen müziği sahneden daha güçlü yaptım. Müziğin ne kadar güçlü ve önemli olduğunu göstermek istedim çünkü insanlar dizilerin içindeki müzikleri farkına bile varmıyorlardı. Aşk-ı Memnu ve Dudaktan Kalbe’de özellikle müziğin önemi çok yüksekti.  Ezel ile beraber dizi müziğini film scoring mantığına taşıdım ve her şey olması gerektiği oldu.

AŞK-I MEMNU İLE TEK BİR ÖDÜL BİLE ALMADIM
Ezel sizin kariyeriniz için de bir milattı değil mi?
Ben ilk ödülümü Ezel ile aldım. O zamana kadar birçok iş yapmıştım ama çevrem olmadığı için keşfedilmem biraz daha geç oldu. O zamanlar ödül almaya da önem veriyordum, ben bir şeyler yapıyorum insanlar neden görmüyor diyordum. Sonra dedim ki, ben öyle bir şey yapacağım ki insanlar ödül vermek zorunda kalacaklar ve Ezel’i yaptım.

Dizi müzikleri için verilen ödüllere nasıl bakıyorsunuz?
Ben %90 reytinge ödül verildiğini düşünüyorum. Birçok ödül almış bir müzisyen olarak söylüyorum, dünyanın her yerinde cover yapılan Aşk-ı Memnu müzikleriyle bir tane bile ödül alamadım. Aşk-ı Memnu’nun jenerik müziği Ezel’den dahi daha iyidir ancak Ezel o kadar fenomen bir dizi haline geldi ki ben hep Ezel ile ödül aldım. Tüm müziklere bakıldığında Ezel, Aşk-ı Memnu’dan daha iyidir ancak bizde Antalya TV Ödülleri hariç tüm müziklere değil jenerik müziğine ödül veriliyor. Bir konuda daha Antalya TV ödüllerini diğer ödüllerden ayrı tutuyorum, onlar iki yıl üst üste bana ödül verdiler ancak “o zaten ödül aldı” diyerek ödül vermeyebilirlerdi de… Gerçekten müziği değerlendirerek ödül verildiğini gördüğüm ve böyle bir tabuyu yıktıkları için Antalya TV Ödülleri’ni daha saygın görüyorum.

Son yıllarda sürekli senfonik müziklerin ödül alması acaba jürilerin “beyaz Türklük” ispat çabasından mı kaynaklanıyor?
Senfonik orkestrasyonu dizilere getiren benim, Ezel’den sonra herkes aynı şeyi yapmaya başladı özellikle senfonik müziklere ödül verildiğini ise düşünmüyorum zira Ezel ile aday olup alamadığım ödül sayısı aldığımdan fazladır. Bana ödül alacağım bizzat iletildikten sonra bile o ödülün başka kişilere verildiği birçok olay da yaşadım. Ödül seçimlerinde birçok dinamik var, insanın kendi aldığı ödüllere bile güveni kalmıyor. Jüride müziği yapanın hemşehrisi olanlar daha çoksa o kişi ödül alabiliyor. Bu her ödülde soru işareti olduğu anlamına gelmesin. Gerçekten çok iyi rakiplerim de ödül alıyor, o zaman da ayakta alkışlıyorum ancak ben bu soru işaretleri yüzünden ödül takip etmeyi bıraktım, ben işimi yaparım, ödül verirlerse de seve seve gider alırım.

DİZİLERE ŞARKI YAPMAK KOLAYA KAÇMAK DEMEK
Ödüllerde daha adil sonuçlar alınması için neler yapılabilir?
Belki kategoriyle daha ilgili olan jüri üyelerinin iki oyu olabilir. Örneğin müzisyen olan jüri üyesinin oyu “En İyi Dizi Müziği” kategorisinde iki değerde sayılabilir. Jüri sayıları çok daha fazla olabilir, minimum 25-30 kişi olmalı ki kararda her kesimden insanın fikri değerlendirilsin… Bir de dizi müziği ile dizi şarkısı ayrıdır, ödüllerde bunun ayrımı yapılmalı, dünyada hiçbir ödülde dizi müziği ile dizi şarkısı aynı kategoride yarışmaz, yarışamaz.

Neden bu ayrım yapılmalı?
Benim için dizide şarkının önemi yoktur, ben de dizilere şarkı yaptığım için rahatlıkla söylüyorum, dizilere 17 şarkı yaptım, şarkı dizi müziği değildir.

Şarkılar biraz kolaya kaçmak mı?
Tabii ki… Dışarıdan diziye şarkı kullanılması ise çok anlamsız, şarkı diziye hizmet ediyor, senaryoya tam uyuyorsa kullanılabilir ama yeni bir kayıt ve cover ile… Öteki türlü şarkılar diziye bir şey katmıyor şarkıcıyı popülerleştiriyor. Muhteşem Yüzyıl’ın, Öyle Bir Geçer Zaman ki’nin, Aşk-ı Memnu’nun bu tür iyi işlerin gündeme gelmek için bir şarkıya ihtiyacı yok. Bu yüzden ben müziğini yaptığım dizilerde başkalarının müziklerinin kullanılmasını mümkün oldukça istemem.

SARDUNYA ÇİÇEĞİNİ GÖRSEM TANIMAM
Daha önce müziklerinizi dinlememiş birine hakkınızda fikir sahibi olması için hangi şarkınızı dinlemesini önerirdiniz?
Dizi müziği olarak Ezel ve Aşk-ı Memnu, şarkı olarak ise özellikle sözleriyle Yaprak Dökümü’ndeki Sonunda şarkısı referans olabilir. İki tür, yaptığım müzikler birbirinden çok farklı olmasına rağmen ne hissettiğim, ne düşündüğüm bu şarkılardan ve müziklerden anlaşılabilir.

Ekşi Sözlük’te sizin için “Sardunyayla ilişkisi araştırılmalı” yazmışlar. Şarkılarınızdaki sardunya vurgusunun bir sebebi var mı?
Papatya ve gül dışında çiçek tanımam. Sen eşittir ben şarkımdaki sardunyalar kısmını ben yazmadım, Sardunyalar şarkısını yazarken ise bir kere bile sardunya görmemiştim. Ezginin Günlüğü’nün ve Sezen Aksu’nun sardunyalı şarkıları var, o şarkıları dinleyip bu nasıl bir çiçek ki herkes şarkı yazıyor diye düşünerek şarkıyı yazdım. Herkes şaka yaptığımı sanıyor ama bu kadar sardunyalı şarkı söylüyorum bu nasıl bir çiçek diye internetten baktım resmine. (Gülüyor) Şu an görsem tanımam çiçeği…

Toygar Işıklı Röportaj
Toygar Işıklı Röportaj

Kendi yaşamınızın bir beste olduğunu düşünseniz, şimdi o bestenin neresindeyiz?
Klasik bir eser olarak düşünürsek; eser başlar, devam eder, bir noktaya gelir ve burası ne kadar güzel dersiniz ama bilirsiniz ki besteleyen bundan daha güzel bir bölüm yapmıştır bestenin içinde. İşte ben o daha güzel yere yaklaşıyorum şu anda…

Peki bu besteyi dinleyen biri olsanız, bir dinleyici olarak “Toygar” hakkında ne düşünürdünüz?
Bu adamda farklı bir şey var derdim…

THE O.C.’NİN YERLİ VERSİYONUNDA SÜRPRİZLER OLACAK
Yeni sezonda da başlayacak birçok dizide sizin imzanız olacak
Evet, Ocak 2014’te yayınlanacak Nermin Bezmen´in ´Kurt Seyd&Shura´ kitabından uyarlanan bir dizinin müziklerini yapacağım büyük ihtimalle. Kıvanç Tatlıtuğ oynayacak ve Bolşevik İhtilali dönemi konu edilecek. O dizide çok farklı bir müzik denemeyi düşünüyorum. Eylül’de Çağatay Ulusoy’un rol alacağı, The O.C.’nin Türkiye versiyonu olacak ve büyük ihtimalle ben müziklerini yapacağım.

The O.C.’nin özelliği dünyada pek çok amatör grubun tanınmasına vesile olması… Türkiye versiyonunda da amatör grupların şarkılarına yer verilecek mi?
Tam karar verilmiş değil ama no name isimlerden ve müzikal anlamda tanınan belli kişilerden şarkılar kullanmayı düşünüyoruz. Bazı ilkler de planlarımız içinde ama sürpriz olsun.

Kariyerinizde bundan sonra planladığınız adım nedir?
Yurt dışında dizi ve film müziği yapmak için çalışmalarım sürüyor şu anda… Bağlantılar kuruyorum, Türkiye’de dizi müziği olarak yapılabilecek her şeyi yaptım, kafamdaki her hedefi gerçekleştirdim. 20 Dakika’da çok alternatif bir müzik yaptım örneğin, şimdi sıra yurt dışında… Başka projeler de var sevdiğim şarkıları akustik olarak cover yapacağım bir akustik albüm, dizi ve belki film müziklerinden oluşacak bir box set ve bir grup adıyla rock albümü yapmak planlarım arasında.

Röportaj Cine Dergi Temmuz 2013 sayısında yayımlanmıştır.

Röportaj: Gizem Merve Kaboğlu

Gizemkaboglu@gmail.com
Twitter.com/gizemkaboglu

Dizilerin Gizli Kahramanları: Müzisyenler ve Dizi Müzikleri

Yıl 1975, Türkiye televizyonlarının ilk yerli dizisi Aşk-ı Memnu ekrana gelmeye başladı. Entrikalı hikayenin akla kazınan bir tarafı da acı ve aşk eşlik eden notalardı. Yalçın Tura tarafından bestelenen bu müzikler televizyon tarihi için milat oldu. İkinci bir viraj da 1990’lı yıllarda alındı.

Yeni Türkü’nün başı çektiği bu sarsıntılı dönüşte Süper Baba ile yepyeni bir endüstri oluşuyordu. Ferhunde Hanımlar ile dizi izleyicisinin gönül telini titreten Yeni Türkü bu kez enstrümanlarının tellerine Süper Baba için vuruyordu. Aria imzası 90’lı yıllarda şimdilerin efsane olarak anılan dizilerinin jeneriklerine yazılırken asıl silinmeyen imza kuşkusuz aklımıza kazınan şarkıları oldu. O yıllarda yapımcılar dillere dolanan dizi müziklerini albümlerde toplamaya başladı ve aynı yıllar Türkiye’de dizi müziklerinin ilk kez piyasaya çıktığı zamanlar olarak takvimlerde işaretlendi.

Aile sıcaklığının hissedildiği Baba Evi, Mahallenin Muhtarları, Süper Baba gibi diziler nostaljik anlatıları ile herkesi hafızasında yer ederken, bu dizilerin her birinin müziği de kulağımızı doldurdu. Dizi müzikleri dediğimiz zaman akla ilk gelen isimlerin kısa kısa isimlerini aşağıda paylaşacağım ancak önce yaptığım küçük bir araştırma sonucunda şimdiye kadar bu konuda yazılan makale ve kitaplardan çıkardığım ufak notlara değinmek istiyorum. Araştırmalar gösteriyor ki dizi müzikleri dizilerin seyirci tarafından sevilip tutulmasında büyük rol oynuyor.

Dizi Müzikleri Müzik Sektöründe Önemli Paya Sahip

Araştırmaya göre dizi müziklerinin müzik piyasasında aldığı pay ortalama sektörün yüzde beşi kadar. Bu 2008 yılında İstanbul Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası’nın (İSMMMO) yaptığı “Dizi ekonomisi” araştırmasının sonuçlarına göre belirlenen bir pay. Bugünü düşünürsek payın bu orandan daha yüksek olduğunu tahmin etmek zor değil. Dizi müziklerinin yalnız dizilerin başarısında rol oynadığını söylemek ise çok yüzeysel bir çıkarım olacaktır, dizi müziklerinin dizi yayından kalktıktan sonra bile satılması, dinlenmesi ve indirilmesi yapımcıları da memnun ediyor ve dizi başarısının da ötesinde kendi başarı hikayesini kaleme alıyor. Bu müziklerin cep telefonu melodisi olarak kullanıldığını da hatırlatarak dizi müziklerinin ekonomide düşünüldüğünden daha uzun kolları olduğunu belirtmekte fayda görüyorum.

Dizilerde Kullanılan Müziklerin İzleme Oranına Etkisi

‘Dizilerde kullanılan müziklerin izleme oranına etkisi’ adlı araştırma ise bizi ilginç bir gerçekle daha yüzleştiriyor. 962 öğrencinin katılımıyla gerçekleştirilen araştırmaya göre katılımcıların yüzde 76.8’i müzikten etkilendikten sonra diziyi izleme kararı alıyor. Konuda yapılan akademik çalışmalarda yer alan ve altı çizilmesi gereken bir konu da tematik müziklerin yanı sıra dizinin ön ve arka jenerik müziklerinin dizi başarısında ekstra önemli olduğu. Sadi Konuralp’in analizine göre dizinin hızlı temposu içinde kaybolup giden müzikler jenerik alanlarda daha çok dikkat çekiyor ve dizinin de değerini artırıyor.

Diziler Bitse de Müzikleri Hafızalarda

‘Dizilerde kullanılan müziklerin izleme oranına etkisi’ adlı araştırmaya göre gündemde olmamalarına karşın en çok hatırlanan dizi müzikleri ise şöyle: ‘Süper Baba’, ‘İkinci Bahar’, ‘Kurtlar Vadisi’, ‘Aliye’, ‘Bir İstanbul Masalı’, ‘Zerda’, ‘Deli Yürek’.

Peki, Bu İşten Kimler Para Kazanıyor?

2007 yılında TurkishTime’ın yaptığı araştırmanın sonuçlarına göre Türkiye’de müzik endüstrisinde toplam satış üzerinden alınan pay yüzde 15’i buluyor. Albümden kazanılan para kanal, plak şirketi, sanatçı ve yapımcı arasında bölüşülüyor.

öyle bir geçer zaman ki

Her ne kadar Zeki Demirkubuz açıklamalarında filmlerinde müzik kullanmamayı tercih ettiğini, müziğin filmin eksiklerini kapatmak için bir enstrüman olarak gördüğünü belirtse de müziğin dramatik etkiyi artırmak için önemli bir faktör olduğu su götürmez bir gerçek.

Diziler Uzadı, Uzadıkça Kliplendi

Dizilere müzik yapan müzisyenlerin de bir yönetmen gibi ince işçilikle hazırladığı besteler kimi zaman izlenme oranları düşen bir diziyi yeniden gündeme oturtabiliyor veya popülerliğini çoktan kaybetmiş bir şarkı diziler sayesinde yeniden dillere düşebiliyor. Ancak yalnızca müziklerin dizileri ayakta tuttuğunu söylemek de fazla iddialı olur, zira 90 dakika müzik çalınamayacağı gibi uzun diziler içinde 90 dakika da bakışarak geçirilemiyor. Bu nedenle her dizi biraz klip tadında bölümlerle her hafta arşivlerde yerini alıyor.

Dizilerin Gizli Kahramanları Kimler?

Dizilerde müziklere imza atan pek çok müzisyenle yapılan söyleşiyi incelediğimde de ilginç vurgular dikkatimi çekti. Cengiz Onural’ın açıklamalarında müzik sektörünün girdiği kriz sebebiyle işsiz kalan pek çok müzisyenin diziler sayesinde ayakta kalabildiği vurgusu özellikle dikkat çekiciydi. Birçok değerli müzisyenin dizi sektörüne adım atması sektörde de çıtayı epeyce yükseltmiş Onural’a göre…

Çıtanın yükseldiği gerçeğini vurgularken sektörde adından sıkça söz ettiren müzisyenleri de anmak istiyorum. (Özenle hazırlanmış detaylı bir dosyada demeç almak istediğim isimler olan bu kişilerin adlarını paylaşırken yaptıkları dizi müziklerine göz gezdirmenizi tavsiye ediyorum.) Dizi müziklerine imza atan isimlerin arşivlendiği herhangi bir çalışma bulamadığım notunu da düşerken aklıma gelen ilk isimler şöyle: Toygar Işıklı, Cenk Erdoğan, Cengiz Onural, Bora Ebeoğlu, Alp Yenier, Tolga Çebi, Fırat Yükselir, Kıraç, Aytekin Ataş, Nail Yurtsever, Ali Otyam.

 

Gizem Merve Kaboğlu

gizemkaboglu@gmail.com

twitter.com/gizemkaboglu

 

ADINI FERİHA KOYDUM’UN KÖTÜ KADINI SEDEF ŞAHİN: “İzleyici Emir’e Feriha’dan Başka Bir Aşk Yakıştıramadı”

Hayatımıza çocuk oyuncu olarak giren tam anlamıyla ekranda büyüyen genç oyuncu Sedef Şahin ile populersinema.com adına keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Adını Feriha Koydum’daki Cansu’nun aksine karşımda alımlı, güler yüzlü ve olgun bir genç kadın duruyordu. Halihazırda röportaj yaptığım kişi arkadaşım da olunca ister istemez söyleşiden çok kayıt altına alınmış bir arkadaş sohbetini yazıya dökmüş oldum. Bebek’te bir akşamüstü kayda alınan bu sohbetin okurun da yüzünde içten bir gülümseme bırakması umuduyla sizleri Sedef Şahin’in televizyon ve tiyatro deneyimlerinden sinema hayaline, hakkında merak edilenlerden kişisel bilgilerine kadar pekçok açıklamanın bulunduğu bu hoş sohbetle başbaşa bırakıyorum.

ADINI FERİHA KOYDUM'UN KÖTÜ KADINI SEDEF ŞAHİN: "İzleyici Emir'e Feriha'dan Başka Bir Aşk Yakıştıramadı"

1000 BÖLÜM SÜREN AŞK: UNUTMA BENİ

Unutma Beni dizisinin başrol oyuncuları Osman Karakoç ve Didem Özkavukçu, Unutma Beni dizisinin 1000. bölüm kutlamasında populersinema.com yazarları Murat Tolga Şen ve Gizem Merve Kaboğlu’nun sorularını yanıtladı. İşte bininci bölümü geride bırakan dizinin başrol oyuncuları ile yapılan o keyifli söyleşi:

1000 BÖLÜM SÜREN AŞK: UNUTMA BENİ

Unutma Beni dizisinde İlkay’ın başınıza gelmeyen kalmadı, tekerlekli sandalyede de oynadınız, sizi zehirlemeye çalışanlar da oldu, organ mafyasının da eline düştünüz. Dizide olması sizi şaşırtacak bir olay kaldı mı?

Didem Özkavukçu: Şaşırtacak olan şey ancak İlkay’ın kötü olması olabilir artık. Başka bir şeye şaşırmam. Bir hapse girmediğim kaldı diyordum, daha yayınlanmadı ama yeni bölümlerde o da olacak. 5 yıldır sakatlıktan, çocuğunu kaybetmeye, zorla evlenmekten kaza geçirmeye kadar başıma her şey geldi. İlkay o kadar saf ve iyiliğe inanan bir kadın ki, böyle insanların başına da böyle kötü şeyler gelmiyor mu zaten?

Dizide hızlı bir olay örgüsü var. Devamlı başınıza kötü şeyler geliyor. Hiç senaryoyu görüp, yok artık dediğiniz, itiraz edip değiştirdiğiniz yerler oluyor mu? Senaryoda söz hakkınız var mı?

Didem Özkavukçu: Olay örgüsüne karışamıyoruz ama yazarlarımızla arkadaş ilişkimiz var. Çok fazla fikir alışverişinde bulunuyoruz ama artık bu kadar da olmaz dediğimiz oluyor.

Osman Karakoç: Sürekli yazarlarla görüştüğümüz için biraz daha fazla lüksümüz var aslında. Arayıp, ne olacak, nasıl oynamalıyım diye sorabiliyoruz.Bir sıkıntı olduğunda orta yolu bulabiliyoruz. Bazen çok didaktik cümleler olabiliyor örneğin onlar değiştirebiliyoruz.

Beş yıldır aynı dizide oynadıktan sonra bundan sonraki işlerinizde izleyicinin sizi benimsememesi korkusunu taşıyor musunuz?

Osman Karakoç: Ben bunun biraz oyunculukla ilgili olduğunu düşünüyorum. Biz o karakterleri de doğru yorumlarsak sonraki projelerimizde bu tanıdıklığın izleyicinin benimsemesini kolaylaştırabileceğini bile düşünüyorum.

Didem Özkavukçu: Haftalık dizilerdki oyuncuları herkes tanınıyor. Ancak bizim gibi gündüz yayınlanan, günlük işlerde bizi daha çok fanatik izleyicilerimiz yakından tanıyor. Bir kısım izleyici o saatte çalıştığı için bizi hiç tanımıyor. O yüzden iki arada bir derede bir durumumuz var. Bundan sonraki adımımız bu yüzden çok daha önemli, bazı yapımcı ve yönetmenler “çok ünlü olmayan bir yüz istiyorum” der işte o biziz, bazıları da der ki “tanınan ve sevilen birini istiyorum” o da biziz.

Osman Karakoç: Didem’e katılıyorum, hem çok tanınıyoruz hem de çok tanınmıyoruz. Çünkü Türkiye’de prime-time izleyicisi var ve sadece akşam televizyon açıyorlar, doğal olarak onlar bizi tanımıyor. Bir kesim de bizi çok iyi tanıyor.

Didem Özkavukçu: Biz oyuncuyuz, bu işin okulunu okuduk ve sabırla ilerliyoruz. Birdenbire bir şey olsun diye beklemiyoruz, tiyatro da yapıyoruz. O yüzden başka bir rol için böyle bir endişe taşıyamam, benim işim bu…

Bu çok başarılı bir proje ancak elbette bitecek bir gün. Unutma Beni sonrası yine bir Ankara işi mi yoksa dizi sektörünün başkentine, İstanbul’a doğru bir adımınız olacak mı?

Osman Karakoç: İstanbul’da çok fazla proje var. Bir gün elbette bizim de başka işlerimiz olacaktır, ben burası bittikten sonra Ankara’da devam edemem diyemiyorum burada da işler çoğalmaya başladı. Bu biraz bize hayatın ne getireceğiyle alakalı.

Ankara daha rahat bir çalışma ortamı sunuyor değil mi?

Didem Özkavukçu: Set çok daha rahat. Ankara’da sokakta çalışmak da trafik de çok rahat. Ancak kişisel zorluklarımız var, ben Trabzon’da tiyatroya da devam ediyorum . Hayalim ise kışın tiyatro, yazın film yapmak ama dizi olduğunda hayır diyemiyorsunuz maddi koşullar nedeniyle

Sinema ekonomik anlamda oyuncuyu kalkındıran bir şey değil. Oyuncular o yüzden dizi yapmaya mecbur değil mi?

Didem Özkavukçu: Unutma Beni uzun süren başarılı bir iş, her zaman bu kadar şanslı olacak mıyız onu da bilmiyoruz. İstanbul’da biten diziler çok fazla daha başlayamayan diziler çok fazla.

Dizi sektörünün karanlık durumu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Osman Karakoç: Geçmişte de böyle bir durum olmuştu, şovlar ön plana çıkmış, diziler geride kalmıştı. Yine aynı şeyi yaşıyoruz. Bence ona benzer bir dönem yaşanıyor ve bu geçici bir süreç.

Didem Özkavukçu: Ben de bunun geçici olduğunu düşünüyorum yine dizilere rağbet artacaktır.

Osman Karakoç: Ayrıca İstanbul piyasası ne kadar kötü giderse gitsin bu dönemden biz etkilenmedik. Reytinglerimiz gayet iyi gidiyor…

Ekonomik anlamda günlük dizi oyuncusu olmakla haftalık dizi oyuncusu olmanın farkı nedir?

Didem Özkavukçu: İstanbul’dakilere göre çok düşük bir ücretle çalışıyoruz. Onlara göre 1 bölüme biz 20 bölüm çekiyoruz, gündelik hayata vurduğunuz zaman ise tabi ki Ankara’da yaşamak çok daha avantajlı, ben memnunum ama İstanbul’da çalışmayı da isterim.

Trabzon Devlet Tiyatrosu’nda oynadığınız roller Unutma Beni’deki İlkay’a benziyor mu?

Didem Özkavukçu: Hiç benzemiyor.  Trabzon’daki ilk oyunumda evlenmek isteyen ama bir türlü evlenemeyen bir kadını canlandırıyordum, tek perdelik bir komedi ve adı Şekil Bozukluğu… Hala oynamaya devam ediyoruz, ikinci oyunum ise Pembe Kadın. Bu da bir köy oyunu, Ege ağzıyla oynuyoruz. Köyde dedikodu yapan kızlardan biriyim. Çok farklı roller İlkay’dan…

Daha az şey yapıp çok daha fazla şikayet eden oyuncular var. Siz hem günlük dizi çekiyorsunuz hem de başka bir şehirde tiyatro oynuyorsunuz. 

Didem Özkavukçu: Yapabiliyorken yapalım istiyorum, işim bu sonuçta neden şikayet edeyim.

Osman Karakoç: Bence de dizi süreleri çok uzun, çok çalışılıyor ama bunun karşılığı da alınıyor.

Siz neleri izlemeyi tercih ediyorsunuz, vakit bulabiliyor musunuz diğer dizileri izlemeye?

Osman Karakoç:  Vakit ayırıyorum. Kuzey Güney’i çok beğeniyorum, senaristlerini çok iyi buluyorum. Kıvanç Talıtuğ da bence çok başarılı, çok takdir ediyorum ben kendisini, tanımıyorum ama çok çalıştığından eminim. 20 Dakika’yı izledim, orada da İlker Aksum çok iyi… Yabancı dizilerden de Breaking Bad’i çok beğenerek izliyorum.

Breaking Bad gibi bir dizi Türkiye’de çekilde çok tepki alır. Türkiye’de bir dizi çekerken çok dikkatli olmak gerekiyor, siz sıkıntı yaşıyor musunuz?

Osman Karakoç: Bir kavga sahnesi çekerken ben “ulan” diyemiyorum mesela. Adam dövüyorum ben “ulan” demiyorum, gündüz yayınlandığımız için hassasiyetlerimiz daha farklı oluyor. Yönetmenimiz uyarıyor “Ulan yok Osman, ulan yok Osman” diye…  Halbuki iki erkek kavga ederken bu lafı çok kullanır hatta Ankara’da “la” derler, Behzat Ç. izleyicisi bilir. İçki içerken de gösteremiyoruz karakteri, bardak önümde duruyor ama içemiyorum. Bizimki aile dizisi olduğu için bu ayrıntıların dışında otosansür uygulanan durumlar yaşanmıyor.

5 senedir aynı karakteri oynamak yorgunluk hissettirmiyor mu?

Osman Karakoç: Deneyimlerim bana şunu öğretti, dizi piyasası için en iyi iş devam eden iştir. Hepimizin sinema yapmak gibi istekleri var. 2008 yılından beri devam ediyor ve dizimiz doğal olarak yorgunluklarımız oluyor ama Unutma Beni olmasa belki yeni bir iş yapacağım ve o iş ikinci bölümde kalkacak. Bu ayrı bir stres yaratıyor, ben o yüzden tekrar ediyorum en iyi iş devam eden iştir.  Ayrıca, dizi oyunculuğu da çok keyifli anlar yaşatıyor, dizi oyunculuğunun tiyatro oyunculuğundan hiçbir farkı olmadığını düşünüyorum. Oyunculuk anlamında da bazı sahneler ciddi anlamda tatmin yaratıyor.

Röportaj: Murat Tolga Şen / Gizem Merve Kaboğlu 

twitter.com/murattolga   /  twitter.com/gizemkaboglu

Heberler röportajı : “BİZ HABERCİLERİN YAPAMADIKLARINI YAPIYORUZ”

“BİZ HABERCİLERİN YAPAMADIKLARINI YAPIYORUZ”

Türkiye’nin tek “heber bülteni” Heberler ekibi populersinema.com’un sorularını yanıtladı. Bültenin daimi anchormani Memet Ali Alabora, acar hebercisi Mahir İpek ve spor muhabiri Serhat Kılıç bizleri çekimlerinde ağırladı. Türkmax stüdyolarında gerçekleştirilen röportaj da Heberler gibi kimi zaman güldüren, kimi zaman eleştirel bir sohbeti sayfamıza taşıdı.

İşte Heberler ekibi ve Türkiye’nin “heber” bülteni…

 

Heber ile haberin ayrımı gitgide şeffaflaşıyor, haberler mi heberleşiyor, Heberler mi haberleşiyor sizce?

 

Mehmet Ali Alabora: Haberler zaten bizden daha komikler çoğu zaman. Haberlerin özneleri gitgide heberleşiyor. Haberin konuları, siyasetçiler, artık heber gibi açıklamalar yaparak biz yazıyormuşuz gibi şeyler söylüyorlar.

 

Mahir İpek: Daha çılgın proje çıkmadan önce biz Türkiye’yi ortadan ikiye bölmüştük. Bence uygulanılmaya hazırlanılan çılgın proje bizimki kadar çılgın değil, daha doğrusu bizimki. (Gülüyor)

 

M. Ali Alabora: Biz haberlerden biraz daha ciddiyiz aslında en azından görünüş olarak, haberi verme biçimi olarak çoğu zaman daha ciddi duruyoruz.

 

Mahir İpek: Biz televizyonu açan izleyicinin bizi tanımıyorsa gerçek bir haber bülteni sanması için, o doğallığı yakalamak üzerine çok çaba sarf ettik. Bu hem sunum hem de oyunculuk anlamında bizim için de çok büyük gelişme ve devrim oldu. Oyunculuğumuzu minimalize ederek sunum yapıyoruz. Bize de tepkiler geliyor, bizi tanımayan insanlar yaptığımız heberleri gerçek sanabiliyor, Heberler’in haberlere yakınlığı da işin başarısıyla doğru orantılı.

 

İZLEYİCİ HABERDAR OLMAKTANSA “HEBERDAR” OLUYOR

 

Heberler ekibi olarak önceki röportajlarınız kendinize habercileri rakip gördüğünüzü belirtmiştiniz. Peki rakiplerinizden, habercilerden nasıl yorumlar alıyorsunuz?

 

M. Ali Alabora: Genel olarak en iyi yorumları habercilerden alıyoruz. Bizi hem seviyor hem de yakından takip ediyorlar, biraz da kendi yapamadıkları şeyleri yaptığımız için seviniyorlar herhalde.

 

Mahir İpek: Habercilere rakip miyiz biz? (Gülüyor) Bugüne kadar hiçbir olumsuz tepki almadık habercilerden. Haberciler de şunu söylüyorlar bizi izleyen insanlar memleketten ve haberlerden “heberdar” olabiliyorlar.

 

Haber yerine heber izlemeyi tercih eden izleyiciler var mı?

 

Mahir İpek: Var… Çok ciddi yorumlar alıyoruz, izleyiciler haberdar olacaksa moral bozukluğu yaşamadan heberdar olmayı tercih edebiliyorlar. Mizah ve hiciv tarafımızın yanında hiç güldürmediğimiz Heberler de var tabii, salt mizah yapmıyoruz. Örneğin N.Ç. davasında çok ciddi heberler de yaptık gündeme dair.

 

Haber toplantılarınız tartışmalı geçiyor mu? Son sözü kim söyler?

 

M. Ali Alabora: Son sözü Levent (Kazak) söylüyor, sonuçta programın fikir babası ve süpervizörü o. Biz genelde bir konsensus yakalamaya çalışırız. Hiç ikna olunmuyorsa Levent “bunu yapalım veya yapmayalım” der.

 

Mahir İpek: Biz çok kapışırız heber üzerine ama bir yerde anlaşırız. Eğer anlaşamıyorsak ki anlaşırız! (Gülüyor) Levent yapalım veya yapmayalım der.

 

Serhat Kılıç: Levent’in söylediği ve yaptığımız hiçbir heberde de yanılmadık.

 

Haber geçmişiniz de var. Onun bir yardımını gördünüz mü?

 

M. Ali Alabora: İlk programa başladığımız zaman, ben “kam yazmak lazım” dedim. Herkes suratıma baktı. Haber deneyimim elbette faydalı oldu, bir de ben programın aynı zamanda editoryal kısmında da yer alıyorum orada da katkısını gördüm.

 

Mahir İpek: Bu projeyi doğuran Levent’tir. Onu büyüten Elif’tir (Dağdeviren). Biz de bunu icra ediyoruz. Memet Ali ise deneyimiyle bizim heberciliğimizin biçimini oturtan kişi oldu.

 

Serhat Kılıç: Mahir geç öğrendiği için biçimi oturtması üç yılı buldu (Gülüyor)

 

Mahir İpek: Serhat da erken öğrendi ama o da çabuk unutuyor. (Gülüyor)

 

Muhabir olsaydınız kiminle röportaj yapmak isterdiniz?

 

M. Ali Alabora: Tek bir isim geliyor aklıma Julian Assange olurdu herhalde.

 

Mahir İpek: Aynı zamanda muhabir Mahir ile konuştuğunuzu hatırlatırım. (Gülüyor) Haberci olsaydım çok “önemli” insanlar yerine sıradan insanların yaptığı şeyler beni ilgilendirirdi herhalde. Van’da bir müze bekçisi çivi yazısı okumayı öğrenmişti yıllar önce, böyle bir adamla konuşmak isterdim örneğin…

 

SİYASİ LİDERLERE KAPIMIZ AÇIK!

 

Dünyadaki bu tip şovlara bakınca siyasi isimlerin de konuk olabildiğini görüyoruz sizin hedefinizde siyasi bir ismi konuk almak var mı?

 

Serhat Kılıç: Obama gelse çok güzel heber yaparız… (Gülüyor)

 

M. Ali Alabora: Hedef olarak belirlediğimiz bir isim yok ama bir lider bize gelip konuk olmak isterse biz seve seve yaparız. Bir liderin kendisiyle dalga geçecek cesareti varsa neden olmasın.

 

Siz en çok hangi konuyu ele almaktan hoşlanıyorsunuz?

 

Mahir İpek: Ayırmak çok zor ama dünya görüşümü yansıtan bir skeci burada oynadığımda hem oyunculuk anlamında hem de misyonumu yerine getirdiğimi hissederek daha çok haz alıyorum.

 

Serhat Kılıç: Ağırlıklı olarak siyasi mevzulara dikkat çekmeyi daha çok seviyorum. Eğer o hafta oynadıklarım içinde siyasi bir şey yoksa, yalnızca spor haber okuduysam o hafta bir şey yapmamışım gibi geliyor.

 

Çektiğiniz her skeç yayınlanıyor mu?

 

M. Ali Alabora: Yazdığımız skeçlerin %60’ı çekiliyor, çekilenlerin de %95’i yayınlanıyor. Çoğu parça parça internette de yer alıyor.

 

Serhat Kılıç: Yazarken çok beğendiğimiz, çekerken aynı tadı vermeyen skeçler oluyor tabi, bu durumlarda yayınlamama kararı alabiliyoruz.

 

Mahir İpek: Tam tersi çekerken metinden daha güzel olan heberler de çıkıyor.

 

İZLEYİCİ KENDİNİ İZLEMEK İSTİYOR

 

İzleyiciler en çok hangi konulara değinilmesini istiyorlar?

 

M. Ali Alabora: En çok kendilerini görmek istiyorlar. Kendi sorunlarıyla çok ilgileniyorlar. Mesela sadece bir üniversiteyle, bir kentle ilgili bir şey yaptığınız zaman çok ilgi çekiyor.

 

Hiç beklemediğiniz bir haberin sizi şaşırtacak kadar çok ilgi gördüğü oldu mu?

 

M. Ali Alabora: Beylikdüzü – Avcılar arasında uçak seferi konuldu diye heber yaptık çok ilgi çekti, radyolarda haber oldu, çok paylaşıldı.

 

Mahir İpek: Vicdan aşısı heberinin de ilgi görmesini bekliyorduk ama bu kadarını beklemiyorduk mesela…

 

Serhat Kılıç: Müfredata eklenen insanlık dersi haberi de o ilgiyi yaratmıştı.

 

HEBERLER, SHOW TV’DE YAYINLANACAK MI?

 

Skeçlerinizin bazılarının Show tv’de yayınlanması söz konusuydu neden askıya alındı?

 

M. Ali Alabora: Onu ben de merak ediyorum. Biz de oraya özel anonslar yaptık, skeçleri, konukları ona göre tasarladık ama netleşmedi.

 

Mahir İpek: Aslında bu aramızda çok fazla konuştuğumuz bir şey değil. Ulusal kanalda yayınlanma gibi bir derdimiz yok, Türkmax’ta da mutluyuz. Bizi izlemek isteyen zaten sosyal medyadan da ulaşıyor.

 

Heberler’in içinde yeni bölümler olabilir mi gelecek zamanda… Bir moda veya yemek programı köşesi gibi?

 

M. Ali Alabora: Şöyle bir proje var. Mesela bir moda programı var, biz onun heberini yapmışız “Programda şöyle bir olay oldu” diye ama aslında programı da biz yapmışız. Böyle bir fikrimiz var ama yeni bir format değişikliği söz konusu değil.

 

Heberler.net’ten beklentiniz nedir, sırada neler var?

 

M. Ali Alabora: Orada hedefimiz her hafta özgün bir içerik yaratmak. Program için bile çok yoğun üretim yaparken internet için yeni bir içerik yaratmak çok da kolay olmuyor ama hedefimiz bu. Televizyonda yapamadığımız bazı şeyleri de yapabiliriz internette. Sırf yapılamıyor diye sigara içerek veya marka ismi telaffuz ederek heber sunabiliriz orada.

 

Röportaj: Gizem Merve Kaboğlu

 

twitter.com/gizemkaboglu

 

Özgür Çevik röportajı :İskender benim içimde olan bir adamdı

Kimi zaman gülümseyerek yapılan, kimi zaman derince bir sohbetin içinden süzülen bir Özgür Çevik röportajı ile başbaşa bırakıyorum sizi…

Bir Cumartesi günü denize nazır bir çaybahçesinde buluştuk Özgür Çevik ile… Henüz finalinin üstünden bir hafta geçen Evlerden Biri dizisinden başladık, Özgür’ü hayatımıza katan Akademi Türkiye’ye uzanan keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Yan masamızda onun oturduğunu görünce yaptığı besteleri anlatan gençler de oldu, yolda yürürken “Ben bu adamı çok seviyorum” diye seslenenler de… Özgür ise olabildiğince sakin ve tüm sıfatlardan bağımsız “kendi” olarak cevapladı sorduğum soruları. 

Evlerden Biri’nden başlayalım, böylesi zorlu bir karakteri canlandırmaya başlarken koktunuz mu? Bu korkuları aşmak için ne yaptınız? 

Koktum…  Karakteri anlamaya, onunla kalmaya, sette dikkatimi dağıtıcak şeyleri kesmeye çalıştım. Bu adamın içimde olduğunu bildiğim için ben bu karakteri seçtim. Ortaokul dönemindeki bana çok uzak bir adam değildi İskender… Kekeme değildim ama biraz zorlansaydım, bir büyük travma geçirseydim böyle tutuk bir adam olabilirdim ben de.

Karakterin başarılı olması şaşırtıcı değil o zaman… 

Değil, çalıştım çünkü, ahlaklı bir adam yaratmaya, oynarken fazladan artistlik yapmamaya çalıştım. Karakterin yeterliliği veya yetersizliği tartışılır ama samimi olduğunu düşünüyorum.Yorumların güzel gelmesini de buna bağlıyorum, bu da hoşuma gidiyor.

Bana sanki size bu rol değil Erdal karakteri teklif edilmiş siz bunu tercih etmişsiniz gibi geliyor. Doğru mu?

Senaryo geldi, birkaç rol vardı içinde. Bu rolü (İskender) de öbür rolü (Erdal) de okumam söylendi. Ben İskender’i istedim. Kanala gitti, kanal benim Erdal’ı oynamamı istedi, ben istemedim, tekrar kanala gitti yapımcımız Ata Türkoğlu’nun da desteğiyle kanaldan olumlu yanıt geldi ve İskender’i canlandırdım.

Bu rol sizin oyunculuk ispatınız gibi oldu.

Hep öyle olmuyor mu zaten ama kimseye değil kendime ispat etmeye çalışıyordum ve ettim, yeterli bulmadım ama…

Yeterli olması için ne gerekiyordu?

Bu sadece benimle ilgili bir konu değil, çok iyi bir ekiple çalıştık ama bir tiyatro oyununda dolu salona veya yarısı dolu olan salona oynadığın oyun arasında oyuncunun motivasyon farkı vardır. Olmaması gereken bir şey olduğu söylenir ama vardır, insan psikolojisi… Bütün doneler (senaryo, izlenme oranı, yeterli zaman) olsaydı, ben de belki biraz daha asılsaydım biraz daha yukarı çıkabilirdi, daha iyi olabilirdi İskender. Çok iyi fikirlerimiz vardı ; bu adamın bir gramafonu olsun, onun tamiriyle uğraşsın, bir İlhan İrem plağı olsun onunla dinlensin diye düşünmüştüm. Ben ortaokul ve lise yıllarımda çok severdim İlhan İrem’i, tedavi eden bir yanı olduğunu düşünürüm sesinin.  Bu adamın da biraz daha huzurlu bir sese ihtiyacı vardı, bunun gibi fikirlerimiz vardı ama bunu uyarlamak için zaman olmadı.

Edebiyat uyarlamaları zordur, diğer edebiyat uyarlamalarını nasıl buluyorsunuz?

Hepsini çok izleyebildiğimi söyleyemem. Yakın bir örnek olarak Kötü Yol’dan bahsedersek; kadrosu güzel ve kaliteli bir işti ama kitabı okumadım, kitaba ne kadar uydu, ne kadar Orhan Kemal’di onu bilmiyorum.

Evlerden Biri ne kadar Orhan Kemal’di? 

Çok Orhan Kemal başladık biz. Çatışmaları kurmak için hikaye olarak sapmalarımız oldu ama bence tadı ve dokusu Orhan Kemal’e çok yakındı.

Sosyal Medya Bunu Konuşuyor: MUHTEŞEM YÜZYIL İDDİASI

Muhteşem Yüzyıl’da Sarı Selim rolünde sizi görmek isteyenler adete sosyal medyada kampanya oluşturmuş durumda… Böyle bir teklif var mı?

Onunla ilgili resmi bir teklif yok ama sosyal medyada konuşulanları ben de gördüm.

MEZARIMDA RADIOHEAD ÇALSIN İSTERİM

Biraz da müzikten konuşalım. Müzikle ilgili yeni çalışmalar olacak mı?

Bilmiyorum, kendimi hazır hissetmeme bağlı bir durum, süre veremiyorum.

Daha once çıkardığınız Düşünce albümü hakkında ne düşünüyorsunuz?

Kötü bir albüm olduğunu düşünmüyorum ama hatalarının da olduğunu kabul ediyorum. Daha iyi aranje edilebilir miydi, daha sıcak yapabilir miydi şarkıları, muhtemelen evet.

O albümü dinlediğimde Türkiye’den Feridun Düzağaç, dünyadan Radiohead tarzına yakın bulmuştum şarkıları…

Radiohead benim hayatımın grubudur, hoparlörlerle mezarımın başında şarkılarının çalmasını isteyeceğim gruptur. Evet,  ben de bu düzeyde bir şey istiyordum.

Lisede tiyatro grubunuz varmış, o zaman oyunculuk idealiniz var mıydı? 

Lisede bir komedi oyunu oynamıştık, ben oradaki kılıbık damattım. Demek yönetmenimiz Sedat Şimşek bende bir potansiyel görmüş o zamanlar, turneye bile gitmiştik, oyunculuğu sevmiştim ama idealim müzikti.

BUGÜN KİMSE BENİ YARIŞMALARA SOKAMAZ

Yıllar önce Akademi Türkiye yerine bir oyunculuk yarışmasına neden katılmadınız?

Akademi Türkiye müzik içindi. (Gülüyor) O zamanlar aklımda oyunculuk yoktu. Bu şimdi daha da netleşiyor, oyuncuların müziğe bir ilgisi ve bence müzisyenlerin de oyunculuğa ilgisi var. Başka disiplinler ama çok ayrı olmadığını düşünüyorum. O yüzden müzik ile tanınıp oyunculuk yapmam çok aykırı görülmemeli, arada köprüler var.

Akademi Türkiye, gözetlenme durumunun da olduğu bir yarışmaydı, o ayrı bir cesaret değil mi?

Bilmiyorsun ki neye girdiğini… Bence de cesaret, bugün olsa girmem. Bugün kimse beni hiçbir yarışmaya sokamaz, bugün oyunculuk yapmıyor olsam bir şirkette çalışıyor da olsaydım o yarışmalara girmezdim.

Pişman mısınız Akademi Türkiye’ye girdiğinize?

Hayır değilim ama bugün olsa girmem. Yarışmalar yapmak istediğin iş için büyük bir adım ama hayatının sonrası yarışmayı unutturmakla geçiyor.

Kendi yaşamınızın bir senaryo olduğunu düşünseniz, şimdi o senaryonun neresindesiniz?

Hep hayatımın bir film düşünürüm ve ortasındayım tam… Kırılma anına yakınım…

Kırılma anından kastınız ne?

Filmde bir karakterin başına iyi veya kötü bir şey gelir ve bir değişim olur. Bu bazen çok küçük sıradan bir şeydir ama kırılmadır onu kastediyorum.

Peki bu senaryoyu izleyen biri olsanız, bir izleyici olarak “Özgür” karakteri hakkında ne düşünürdünüz? 

Çok güzel bir soruymuş bu… İnsan hali, hem sevimli, samimi hem antipatik gelirdi herhalde. Dışarıdan nasıl görünmek istediğimi sordunuz aslında, hep olabilecek olanın en iyisi olarak görünmek istiyorum. Bu nedenle iyi olamayacağımı düşündüğüm şeylerden vazgeçiyorum.

Twitter’daki iletilerinize bakınca şunları görüyorum: “Playstation, kedi, rakı, sigarayı bırakma denemeleri…” Biraz hüzünlü olduğunuz dönemlerde mi etkileşime giriyorsunuz, yoksa gerçekten bu kadar hüzünlü müsünüz? 

Neşeli olmadığım zamanlarda ilgim başka bir şeye kaymıyordur. Etkileşim biraz yalnız kaldığım zamanlarda yaptığım bir şey. İnsanın bir özgür olmaya çalışan, yapmak istediklerini yapmak, mutlu olmak, haz almak isteyen kendi ve insana kurallar koyan, ahlaki değerler yükleyen zihni vardır. Zihnimi bıraktığım zaman kendimin beni götürdüğü yer hüzünlü bir yer ama aslında ben hem çok neşeli, bir o kadar da hüzünlü biriyim…

Özgür Çevik ile Özgür arasındaki fark bu mu acaba?

Olabilir… Ama bence arada böyle bir fark olmamalı, ben bu farkı en aza indirmeye çalışıyorum. İkisi arasında uçurum yok…

Kısa sorular – kısa cevaplar… 

Isim seçseniz kendinize hangi ismi verirdiniz?

Yusuf Ziya… Dedemin adı…

Tek bir dilek şansınız olsa ne dilersiniz?

Fantastik şeyler, zamanı durdurmak, görünmez olmak, insanların beynini okuyabilmek… Güçle ilgili şeyler…

Nasıl ölmek istersiniz?

Mutlu.

Ardınızda size anlatacak bir şey kalacak olsa, o şey ne olur? 

Tebessüm anlatsın beni.

Yaptığınız en çılgınca şey?

Yaşamak (Gülüyor)

İzlediğiniz işler var mı? 

Person of Interest ve Game of Thrones gibi bazı yabancı dizileri takip ediyorum. Leyla ile Mecnun’a denk gelirsem onu izliyorum ama sürekli izleyicisi olduğum yerli bir yapım yok.